Friday, December 4, 2009

34. Er - Bize gerçekleri anlat paşa

Taraf'a kizmak en kolayi, o donemin komutanalrina inanmak en kolayi.
Ama bu sorular ve iddilar Taraf soyledi diye cope gidiyor degil mi?

Bize gerçekleri anlat paşa
Taraf / KURTULUŞ TAYİZ - Istanbul - 04.12.2009


1993’te Bingöl’de silahsız ve korumasız olarak nakledilen 33 erin şehit düşmesine ilişkin sorular Necati Özgen’in cevabını bekliyor

KP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 1993’te Bingöl’de şehit edilen 33 erle ilgili olayın karanlıkta kaldığını belirtip Ergenekon şüphesini dile getirince dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen’den tepki gelmişti. Fikret Bila’ya konuşan Necati Özgen, salı günkü Milliyet’in manşetinden “33eri bana sorsunlar” sözleriyle Hüseyin Çelik’e çıkıştı.

33 erin şehit edildiği olayla ilgili yanıtlanmayan onlarca sorudan sanırım en anlamlısını, bu olayda vücuduna yedi kurşun isabet eden ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Gazi Erdal Özdemir 16 yıl önce sormuştu. Hem de bizzat Necati Özgen’e, şu sözlerle: “Değerli komutanım, 33 askerimizin şehit edildiği dönemde siz de Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı’ydınız. Askerlerimizin niçin silahsız, korumasız olarak dağıtımları yapıldı?”
Taraf, Gazi Erdal Özdemir’in bu sorusunu geçen yıl (30 Kasım 2008’de), “34. er soruyor” manşetiyle gündeme getirmişti. Erdal Özdemir ile Denizli’de kaldığı köyde görüşmüştüm. Tekerli sandalyede yaşıyordu ama hayat doluydu. Üç yaşındaki oğlu Vatan’ı yanından ayırmıyordu. Akülü arabasıyla gezdiği köyün neşe kaynağıydı. Sohbet o güne, 33 erin şehit edildiği güne gelip takıldığında “Biz neyin kurbanı olduk, çözemedim” diye iç geçiriyordu. Böyle bir soruyu yöneltmenin bir gazi için bile ne kadar cesaret gerektirdiğini o an fark etmiştim. Çünkü tehdit telefonları aldığını söylemişti.

Necati Özgen’in “33 eri bana sorun” haberini okuyunca, bu sözlerin (ancak bizim komutanlara yaraşır bir üslupla) efelenmekten öte bir anlam taşımadığını biliyordum. Ortada cevap bekleyen o kadar çok soru vardı ki...

Bu sorulardan tek bir tanesi bile sorulmayınca, Necati Özgen de ‘manşetten’, ‘paşa paşa’ konuşmuş, sonunu ise “ihmali olanlar yargılandı” diyerek bağlamıştı. 33 er olayında sekiz asker hakkında soruşturma başlatılmış, bir ila bir buçuk yıl arasında hapis cezalarına çarptırılan sanıklara verilen ceza, Askerî Yargıtay’ca bozulmuş, sanıklar hapis yatmaktan kurtulmuştu. Geriye soruşturma sürecinde ortaya çıkan ve hâlâ yanıtlanmayan çok vahim sorular kaldı.

Soruların başında Gazi Erdal Özdemir’in hâlâ cevabını beklediği o soru geliyordu: “Bizi neden silahsız ve korumasız gönderdiniz komutanım?” Sorular bununla da bitmiyordu elbet. Elazığ 8. Kolordu Askerî Mahkemesi Savcısı Binbaşı İnayet Taş’ın hazırladığı iddianamede vahim iddialar bulunuyordu. Savcı Taş 33 erin şehit edildiği PKK eylemi için “Böyle bir olayın yaşanacağını herkes biliyor” tesbitini yapmıştı. Savcı Taş’ın iddianamede yer verdiği kritik tesbitler, 30 Kasım 2008’deki Taraf’ta şöyle gündeme gelmişti: “Böyle bir olayın yaşanacağını herkes biliyor. Olayın meydana geldiği karayolunun güvenliğinin sağlanmasından sorumlu bulunan Bingöl İl Merkez Jandarma Komutanı Jandarma Yüzbaşı Nevzat Yıldız’ın da tesbit edilen beyanlarında, Kuruca-Bingöl karayolunda kendileri tarafından alınan tedbirlerin yeterli olmadığını bildiği, hatta 150 kişilik bir terörist grubunun iki minibüsteki erlerin indirildiği Diztepe mevkiinin çok yakınında bulunan Gökçekanat ve Çevrimpınar köyüne geldiklerini bildiği, bu durumu 21 Mayıs 1993 tarih ve İSTH: 350-54-93/3396 sayılı yazı ve ekindeki haber bildirme formuyla şöyle bildirmiştir: ‘20 Mayıs 1993 günü saat 21 sıralarında 60 kişilik bir PKK grubunun Bingöl İl Merkez Jandarma Bölük Komutanlığı’na bağlı Kırkağıl köyüne geldiklerini, burada kısa bir propaganda yaptıktan sonra Gökçekanat köyü Manço deresi mevkii istikametine gittiklerini, duyumun kaynağının güvenilir ve haberin doğru olduğu anlaşılmıştır.”
İddianamede, olaydan bir gün önceki istihbarat bilgisine dikkat çekilmişti: “130 kişilik PKK’lı bir grubun yolun kesildiği yere 1-7 kilometre mesafede oldukları ve yol kesmeyi planladıkları bilgisine rağmen Malatya İl Jandarma Komutanlığı’ndan 24 Mayıs 1993 günü, 16 araçla 582 jandarma erinin Bingöl’e konvoy meydana getirilmeden, eskort olmaksızın ve
her aracın içerisine silahlı askerler bindirilmeksizin sevkiyatın yapıldığı görülmüştür.”

“33 eri bana sorun” diyen Necati Özgen’in, bu konuda sorulan soruları havada bıraktığını 16 yıl önceki başka bir olaydan daha biliyoruz. Radikal gazetesinden Murat Yetkin, 1 şubat tarihli “33 er olayının Ergenekon’la ilgisi” başlıklı yazısında bir subayın sunduğu brifingde yaşananları şöyle aktarmıştı: “Asker taşıyan otobüs Bingöl’den Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ’a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı. Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı. Arka sıralardaydım. ‘Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı’ diye bir soru sordum. Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, ‘Arz ederim komutanım’ diye brifingin sona erdiğini duyurdu. Soruma yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. ‘Affedersiniz, soruma yanıt alamadım’ diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay ‘Soru yok’ dedi. Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş’e döndü, ‘Soru sorulmayacak mı’ diye sordu. Güreş arkaya döndü ‘Kim soruyu soran?’ dedi. El kaldırdım, ‘Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı? İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var’ diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, ‘Cevap ver bakalım’ dedi.

İkna edici bir cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen’in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar.”
kurtulustayiz@gmail.com

Saturday, May 23, 2009

Dost-Dusman Gunasiri Degisim...

Dipcikle cocuk doven polisten, buralara geldik demek manasinda pazarlama haber asagida. Eh gelecek secimde oy da verirsiniz di mi? Tek amacimiz oyunuzu almak ah halkim. Bir gunde ne oldu? Secimde oy kaybeden partinin yapma kardesim dovme demesi sonucunda oldu. Elinde terfi sopasiyla duran iktidara karsi cikilir mi?
Kimse sormuyor degil mi, orada o cocugu doven polis niye dovdu, sonucunda bolunmusluk ne kadar ilerledi? Panzerlerin icinden gelen ok gibi bakislar daha ne kadar keskinlesti? Disler ne kadar daha sıkıldı? Bu kadar ofkenin yerlestigi bir cografyada yapma kardesimcilikle yolunu bulmaya calismak, gostermelik brlesmislik gosterileri ne kadar surdurulebilir? A benim iktidari oyuncak yapmis kapitalizm kokulu, zenginlik duskunu milli gorus acemilerim, ikinci nesil gurbetci nesli kadar yavan, yersiz yurtsuz ve bossunuz, ismail yk olabilirsiniz ancak...

OLUMLU YAKLAŞIM...

23 Mayıs 2009 21:40
Hakkari'de izinsiz gösteri yapan bir grup çocuk, polisin sıcak ilgisi üzerine dostluk maçı yaptı.

Hakkari'nin Bağlar Mahallesi'nde toplanan bir grup çocuk, terör örgütü PKK'ya yönelik sürdürülen operasyonları protesto etmek amacıyla yola barikat kurup, terör örgütü lehine slogan attı.

Bölgeye gelen güvenlik güçlerini gören çocuklar, kaçmaya başladı.

Polisin sıcak ilgisi üzerine kaçmaktan vazgeçen çocuklar, polislerle futbol maçı yaptı. Maçtan sonra halay çeken çocuklar, daha sonra panzere bindirildi.

Maç sonunda polisler, çocuklara forma ve top alma sözü verdi.

Friday, May 22, 2009

Kacirmayin...

The Sopranos izler miydiniz? Ben bu muzik sayesinde The Sopranos hastası olmustum, yalan degil. Sonra da ayni sehirde bulustuk kendileriyle, zevkle dinliyorum. Asagida Avustralya konserleri mevcut Alabama 3'nin, mukemmel ses kaydi ile...

Sunday, February 15, 2009

Karamehmet “komutanım” derken, gazetesi Akşam ne diyordu?

Alper Gormus (Taraf)takip edilmesi elzem yazarlar listemdedir, maalesef Londra'da yasasam da geri kalmis bu İngiliz Muz Cumhuriyetinin bir Turkiye'nin mureffeh yapisi kadar olamamis kohne, ciliz ulasim altyapisinin cagdisi, gereksiz, manasiz derecede enformasyon manyagi yapan dakik ve sık trenlerinde (bu da apayri bir konu) her sabah elim telefonuma gittiginde mutlaka bir yoklarim, icimizdeki sizofreniyi aciklasin da hastaligin yeni bir teshisiyle rahatlayayim diye...

Buyrun burdan bir yakin bakalim Marlboro yerine Maltepenizi...

“Türkiye’de siyasi partiler AB’ci ve ABD’ciler olarak ikiye ayrılmış durumda. Ulusal ekonomiden, tam bağımsızlıktan yana tavır koyanların sesi boğuluyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de silahlı kuvvetler, küreselleşme sürecinde ipin ucunu kaçırıp Türkiye’yi mandacılık anlayışına sürükleyenlerin önünde bir direnç noktası olarak duruyor...”

Bu satırları, Akşam gazetesinde 9 Ekim 2002 günü başlayan “IMF söylüyor, BDDK yapıyor...” başlıklı dizinin içinde yer alan “Kurtuluş Savaşı’ndan IMF’ye” başlıklı “analiz”den aldım.

Taraf’ın 10 Şubat tarihli manşetinde yer alan, Mehmet Emin Karamehmet ile şimdi Ergenekon tutuklusu emekli tuğgeneral Levent Ersöz arasındaki konuşmayı (17 Aralık 2003) okuyunca, zihnimde derhal ondan bir yıl kadar önce Akşam’ın bir gecede liberalizmden “anti-emperyalizm”e ve ulusalcılığa kayışı canlandı.

O zamanlar Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin’le birlikte “Kronik Medya” sayfasını hazırlıyorduk... Akşam’daki âni değişiklik çok ilgimizi çekmişti. Gazetedeki 180 derecelik dönüşü tespit etmiştik ama, işin bir yıl sonra grubun başkanının bir tuğgeneralle “komutanım”lı sohbetlerine kadar varabileceğini hiç düşünmemiştik. Şimdi, o dönüşün ne amaçla yapıldığı, kimlere selâm verme amacıyla gerçekleştirildiği anlaşılıyor, her şey yerli yerine oturuyor.

Gazetedeki değişikliğin “bir gecede” gerçekleştiğini söylemiştim, abartmıyorum, gerçekten de bir gecede... 2002 Eylül’üne kadar bütün büyük grup gazeteleri gibi Akşam da liberal, piyasacı ve IMF’ci idi. 2002 Eylül’ünün ortalarındaydı, günün birinde gece yattık, sabah uyandığımızda Akşam’da bir dizi başladı ve o andan itibaren gazete “anti-emperyalist” ve ulusalcı oldu; tabii bir süreliğine... Şimdi, o günlerde yazdığım yazılara göz attığımda, “vay canına” diyorum, “mesele demek buymuş!”

Gelin o yazılar arasında birlikte bir tur atalım...

Wall-Street gongundan anti-emperyalizme...

11 Temmuz 2000 tarihli bir haberle başlayalım (ntvmsnbc):

“Türk finans sektörü için tarihî bir adım dün atıldı. Piyasa değeri bakımından dünyanın tanınmış birçok şirketinin önüne geçen Turkcell, Çukurova Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin Karamehmet’in seansın başladığını işaret eden gongu vurmasıyla New York Borsası’nda işlem görmeye başladı.”

Mehmet Emin Karamehmet’in “36 dolar milyarderi Türk arasında birinci sırada” olduğunu biliyorduk, üzerine de işte bu kapitalizmin kalbine gong indiren ilk Türk hadisesi eklenmişti, o nedenle 2002 Eylül’ünün ortalarında Akşam’da birdenbire başlayan ulusalcı kabarış iyice tuhaf görünüyordu.

Konuya ilişkin ilk yazıyı 13 Ekim 2002 tarihli Kronik Medya’da kaleme aldım. “Bir gecede liberalizmden anti-emperyalizme” başlıklı yazıda, Akşam’ın, 2002’nin eylül ve ekim aylarında yayımladığı iki diziyi ele alıyordum. O dizilerde yer alan hararetli fikirlerden birkaçını aktarayım:

“Terminatör IMF... IMF, borç verdiği ülkelerin önce ulusal bankalarını yok ediyor, sonra uluslararası sermayeye satıyor...”

“IMF Türkiye’yi satıyor... Ülke değerleri yapay krizlerle ucuzlatılıp, yabancılara ikram ediliyor... İşte, sadece bugünümüzü mahvetmekle kalmayıp çocuklarımızı uluslararası güçlerin ‘ırgatı’ yapacak iç destekli ‘ahtapot’ operasyonunun perde arkası... Namludaki yeni hedef Pamukbank...”

“32 ülkeyi batırdı... Uluslararası sermayenin güdümündeki IMF girdiği her ülkeye borç yükü, yoksulluk ve sefalet bıraktı...”

“Küreselleşme: Uluslararası sömürünün yeni kılıfı...”

Sayın ki o diziler Aydınlık’ta çıkmış; inanın hiç sırıtmazdı. Biz de zaten şöyle yazmıştık:

“Akşam gazetesinin harareti Pamukbank olayından sonra inanılmaz derecede arttı! ‘Bayrağımızı iftiharla New York Borsası’na diken’ Mehmet Emin Karamehmet’in gazetesinde giderek yükselen IMF karşıtı ‘anti-emperyalist’ hararet gerçekten dayanılmaz bir seviyeye ulaştı. ‘Sermaye’ sözcüğü bile artık başına ‘ulusal’ takısı almadan kullanılmıyor... Hayret etmemek mümkün değil; ne oluyor, ‘Milli Demokratik Devrim’ günleri geri mi geliyor nedir?”

Taraf’ta yayımlanan konuşma metinleri, BDDK’nın, Yapı Kredi ve Pamukbank’ın borçlarını yeniden yapılandırma kararı almasından 6-7 ay kadar sonrasına rastlıyor. Konuşma metinlerine bakarsak, Karamehmet grubunu rahatlatan bu kararda Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un da katkısı olmuş. Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Turkcell’in ve Yapı Kredi’nin sorunlarını anlatırken, Orgeneral Şener Eruygur’u kastederek, “geçen sene komutanım yardım etti, biliyor” diyordu çünkü.

Şimdi anlaşılıyor ki, gazetenin çizgisinin bir gecede değiştirilmesi ve işler düzelene kadar bu çizginin sürdürülmesinin temel nedeni, bu “yardım”ın sağlanmasıdır. Konuşma metinlerinden, grubun “komutanlık”a başka hizmetler sunduğu da anlaşılıyor.

Komutanı darbeci, “liberal” işadamı paçayı kurtarmak için gazetesine bir gecede çizgi değiştirtiyor. Ne memleket ama!

Wednesday, February 4, 2009

Demokrat(miy)im?

"Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek, birbirimizi anlamaya en azından anlama çabasına mani olmamalıdır. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Türkiye artık ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünçeyi mahkum eden bir Türkiye'dir, ne de Nazım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir."

R.T.ERDOGAN, 02.02.09

"Sayın Başbakan

Bizim kapağımıza açtığınız davadaki mahkumiyet kararımızı Yargıtay da onayladı. Cezamız olan 6 bin lirayı size yatırdık. Kaldı ki siz 25 bin lira istemiştiniz. Bize ve karikatürcü arkadaşlara açtığınız davalar hoşgörü ve tahammül sınırlarınız hakkında büyük bir şüphe, tartışma yarattı. Bu tavrınız Amerika İnsan Hakları raporuna bile girdi. Dünya medyalarında şaşkınlıkla karşılandı. Bu konuda kendinizi sorgulayınız. Biz LeMan olarak Çetin Altan gibi şimdiye kadar 300’den fazla davadan yargılandık. Size ödediğimiz gibi hesabını tutamayacağımız para cezaları ödedik. Hapislerde yattık. Kaçak durumlarına düştük. Biz bu yolun yolcusuyuz. Ancak sizin artık bu izlediğiniz yolun yolcusu olmamanız sizin için ama daha önemlisi ülkemiz için daha hayırlı olacaktır. Çünkü sizden önceki sağ iktidar sahipleri gibi ülkesinin yazar çizerlerini davalarla boğuşmaya, onları sindirmeye çalışmak ülkemizin adını lekelemekte, yazar çizerlerin ise onurunu parlatmaktadır.

Son olarak; Davos’taki tavrınızın devamı olarak bizden kazandığınız parayı Filistinli çocuklara bağışlamanızı öneriyoruz. Bu bizim içimizi ferahlatacaktır."

Leman, 04.02.09

Saturday, January 3, 2009

Baslarken

Insan hep icine atar ya agir gelenleri... Biriktirir, istemeden. Malumu ilan olsa da paylasmak en dogrusu geliyor. Yanlis gelen bikilasi derecede alistiklarimizi, enderliginden hakettigi degeri bulamamis guzellikleri burada paylasmak amacindayim. Elimden geldigince...